Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Ekim 2011 Cumartesi

Yetinmeyi Bilmek...

Daha 6 yaşındaydım. İlk aşkı tattığım, ablamların arkasından "ben de okula gideceğim" diye koştuğum, gidemeyince de anneme kızdığım, sıkılınca arka bahçedeki ağaca çıkıp yemeyeceğim elmayı koparıp yere attığım yaşlar... Ertesi yıl okula başladım. Ailem ilçeye taşındı ve ilçedeki okul da evimize çok uzaktı. Mecburen köyde babaannemin yanında kaldım. Önlüğüm adiydi, çantam ablamlardan kalmıştı ve pantolonum da delik deşikti. Evet fakirdik. Komşumuzun giymediği için verdiği çizmeleri yaz- kış giyerdim. Ve birgün öğretmenim "bu ayakkabılarla okula gelme" diyerek de yolladı beni. Erkekler ağlamaz evet, ama o yaşta çocuktum hemen kızmayın. O an için dünya ayakkabıydı, kazanılabilecek en değerli şey ayakkabı, zenginlik ayakkabı, fakirlik gene ayakkabıydı...

Sonra ikinci sınıfa geçtim. Bu sefer de Cumhuriyet Bayramı'nda dans korosundaydım. Evet çok güzel dans ettiğim için öğretmenim sınıfın en güzel kızını eşim olarak kararlaştırmıştı. Lakin sıkıntı gene kapıdaydı. Siyah pantolon ve beyaz gömlek... Bitmedi, gene devam etti.

Şimdi üniversiteyi bitirdim. Çeşit çeşit ayakkabılarım ve giysilerim var. Ama nedense ve kadınlara özgü gibi görülse de gezmeye çıktığımda eli boş dönemem. Yetmiyor daha fazlasını istiyorum. Dahası artık mutluluk o kadar uzak oldu ki onu ulaşılamayacak dereceye getiriyoruz. Oysa ayakları olmayan bir dilenci, yırtık önlüklü öğrenci, peçete satan yaşlı kadın gibi birçok örneklerini günde defalarca gördüğümüz zaman onları sadece parayla sevindirme yöntemini kullanmak yerine, durumumuza şükretmek gerekiyor. Ve arayıp da bulamadığımız, uğruna herşeyimizi harcayacağımız mutluluk da bu ufacık ayrıntıda gizli. Şükretmek, yetinmek...

Hiç yorum yok: