Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Mayıs 2012 Pazar

Siz Nesiniz???

İlkokul öğretmenimiz sınıfta okumayı en erken öğrenen beş kişiyi kırmızı kerdele takmıştı. Tamam tamam ben birinci değildim atmıycam merak etmeyin :) Üçüncü olarak ben de takmıştım. Ailem sevinmişti çalışkan oğullarından ötürü. Ama gene de sınıfta göze batan biri değildim. Seneler geçti 7. sınıfa geldiğimizde okul başkanı, spor başkanı ve sınıf başkanı sıfatlarını taşıyan gerçek bir liderdim :P Ama hep sıradan biri olarak kalmaya devam ettim. Çünkü cebimde çok param ya da göz alıcı bi tipim yoktu hatta işin kötüsü dişlerim de çürüktü :)

Aradan yıllar geçti değişen çok bişey olmadı. Gene başarılı öğrencilik ve futbolculuk yılları, kaptanlıklar, başkanlıklar ve de başarılar. Karşılığında iş fiiliyata döküldüğü zaman gene arka plandalık :) Ama kimsenin bilmediği birşey vardı. Kimileri başkalarını hayatlarının başrolü yaparken ben hayatımın başrölü olarak kendimi seçmiştim. Kimse için kendimi üzmedim, kimse için hayatımı zehretmedim. Çünkü başrol bendim ve hiçbir filmde kazanan asla yan roller olmazdı. Öyle de olsa yönetmen de senarist de bendim :) Ve şu an bir öğretmen olarak sanırım çocuklarıma verebileceğim en iyi ders de bu: Yaşayabildiğiniz kadar varsınız, yaşattığınız kadar varlar!

Üniversite son sınıftayken dersimin birisi sıkıntıya düştü. Belki de okulu uzatacak kadar. Düşündüm, onca öğrenci not dilenciliği yapıyor ve pek de yaranıyorken ben neden yapmayayım. Bir anlık gaflet ile gittim hocamın karşısına ve durumumu açıkladım. Hocam sınavım 40 ve 10 puan verirseniz direk geçiyorum. Cevabı hem sevindirdi hem üzdü: Rafet oğlum bari sen yapmasaydın. Özenecek kimseyi bulamamış mıydın? Beni oğlu gibi gören hocam ve başkalarını örnek alıp ondan not isteyen ben...

Birgün öğrencim ağlar şekilde gelip konuşmak istediğini söyledi. Öğretmen arkadaşlarımın meraklı bakışları arasında boş sınıfa indik. Ailesinin sınav kazanma baskısından, buna karşılık deneme sonuçlarının kötülüğünden bahsetti. Eve gittiğinde annesine ne diyeceğini düşünüyordu. "Amacın önce doğru insan olmak olsun. Öğretmen, doktor, avukat, hatta başbakan bile olabilirsin. Ama insan olmadığında bunların önemi nedir? Bugün insanlar hastanelere gittiklerinde kendilerine ilgi göstermeyen, tersleyen doktorlara kızıyorlarsa, sen bazı öğretmenlerini sevmiyorsan, ya da en basitinden çalışkan bir öğrenci olup da saygısızsan topluma ne faydan olabilir ki? Kazanama gerekirse ama iyi bir anne ol. İyi çocukların olsun. İnsanlar makam sahibi oldukları için sevilmezler iyi oldukları için sevinirler. Gerekirse annene de sadece bunu söyle: Önce iyi bir insan olmak istiyorum de" diye gazladıktn :P sonra gözlemlemeye başladım. Hayatının başrolü olmuş ve 500 puan üzerinden 420 lere çıkmıştı. Hem de 300 lerde gezerken :) Sihirli dokunuş sadece kendisi için yaşamasıydı.

Buraya kadar sıkıcıydı evet hep kendimi övdüm :) Şimdi de bir başkasını övme zamanı :

Aziz Nesin'e Soyadını sorarlar.
Şöyle Cevap verir:
"1934 yılında soyadı kanunu çıktı.
Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı.
Dünyanın en cimrileri 'eli açık',
Dünyanın en korkakları 'yürekli',
Dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar!
Kendime 'NESİN' soyadını aldım.

Herkes 'NE-SİN' diye çağırdıkça,
Ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim."

Hayatta örnek almak yerine örnek olmak çok zor olmasa gerek. Heleki yaşadığımız devirde. Son bi özlü söz nakşetmeden edemiyciim :)

‎"İsyanlardayım'' dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi, kurtulacaktı."

- Hz.Mevlâna -

Allah'a emanet olunuz...

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Koca Selim...

Bu postta Koca Sultan'dan birkaç parça hikaye nakledelim dedik. Ders çıkarabilmek ümidiyle buyrunuz efenim :) KEKLİĞİN SONU Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafetle Kuşlar Çarşısı'nı gezer. Burada, avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar. Bir ara gözü kekliklere ilişir Padişahın. Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır. "Hayırdır" der satıcıya, "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?" Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" der. "Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekler. "Satın alıyorum" der Padişah, "Al sana 500 altın..." Parayı verir ve hemen oracıkta kekliğin kafasını keser. Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız, yazık değil mi" diye dövünürken; Padişah gürler: "Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geç ölümdür..." BEN NASIL AT ÜSTÜNDE GİDEBİLİRİM??? Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Han'ın sağ kolu Hasan Can'a verdiği o tüyleri diken diken eden cevabı. Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu. Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu, gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünyada hiç bir ordu geçememişti. Yavuz Sultan Selim ordusuna moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü. Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi. Padişah O'na şunları söylemişti: “İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz.